You signed in with another tab or window. Reload to refresh your session.You signed out in another tab or window. Reload to refresh your session.You switched accounts on another tab or window. Reload to refresh your session.Dismiss alert
Kargaşa!
Anılacak günlerim olmadı mı benim?
Ayaklarımın korkusuzca çiçeklendiği,
Silahıma yapışıp sabahın serinliğini beklediğim,
Kuzey gemileriyle sağır olduğum günler,
Sepet örmeyi unuttuğum günler olmadı mı?
Ey geceyi ve kahverengi bir düzeni taşıyan ellerim!
Yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni.
O karanlık ormanı yangına vurun.
Çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum.
Ama iyi biliyorum yıldızları,
Ama yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını,
Anılacak günlerimin gitgide yokolduğunu biliyorum.
Kargaşa.
Ve kolayca yıkılan inançlarım benim,
Benim en sağlam, en dağınık ellerim.
Sabahı nasıl tetikte bekliyorum,
Şafakla damar damara seviştiğini görmek için bilgeliğin.
Ve onarıyorum nasıl hızla kendi gücümü.
Nasıl bir soylu boşluğa çılgınca kanayorum.
Ey yangınlar artığı!
Her yangından arta kalan bir şey,
Her yangından arta kalan gerçek şey
Şivekar'ın Yolculuğudur
Eskiler iz sürerdi.
Biz muttasıl arıyoruz yeni insanlar.
Arıyoruz alemin iç yüzünden zihnimize
Yansıyan bir tasarımla gerçeği.
Şivekar bizden biri
Yola çıktı yolu bilmeden
Arıyor bir hedef gözüne kestirmeden
Aradığı ne sevgili, ne efendi, ne sultan
Özünü harekete geçiren onun
Kanını kaynatan candır düpedüz kendi canı.
Yol canlılıkla mukayyet
Gitti deriz
Ölenler için
Yalnız yaşayanların işidir
Yola çıkmak, yolu katetmek.
Şivekar olduğuna
Olmasını istediği için inandığı
O bir, biricik can için yola koyuldu
Canını koydu yola
Öyle bir başka ben
Bulsun ki
Ben'i bütün şemaliyle onda bulunsun
Başkada bir ben yok ise
Yere çalınsın rüya
Benle
Başka yok olsun.
Eskiler aramaz, iz sürerdi.
Bilirlerdi Evet'le Hayır arasına Belki
Sokulduğunda
Felaket gelir.
Noksanı fark ederlerdi, çünkü bütünden
Nelerin koptuğu besbelli.
Dağılmak eskilerin dilinde
Ufalanmak anlamına gelirdi
İz sürerlerdi irileşmek, ulaşmak, toparlanmak için
Biz yeniler bir an önce dağılsak bari deriz
Korkarız kaybolmaktan çokluk içinde.
Şivekar korkmadı kaybolmaktan
Daldı çokluğa can havliyle
Dedi bulsam da Hüsnü Yusuf'u
Onun gibi kaybolsam keşke.
Kaç yıl geçirdi Şivekar arayış içinde?
Neler yaşadı?
Biz yeniler yüz kızartan soruları hemen atlarız.
Saklarız
Arayan ve arayışın süre gittiği ortamın
Yek diğerinden ne paylar aldığını.
Dünyada
Çözülürse dünyayı
Issız kılacak bir çelişki vardı
Bir çekişme vardı dünyada azgınlık fışkırtan
Taraf olunduğunda.
Aradı Hüsnü Yusuf'u Şivekar
Hep geciktirilmesi gereken o çelişkinin
Susmayanı sağırlaştıran çekişmenin ortasında.
Yalnız arayan bilir acımasını
Aramamak acımamak demektir
Küçümsenecekse
Memnuniyet küçümsenmelidir
Dünyanın dönmekten memnuniyeti
İnsanların utancı dünyaya dönüşmekten
İnsanlar
Onların birer kırba hepsi
Dış tarafları köseledir
Hepsi içinde taşır içilecek şeyi
Utanır ıslanmış köseleden insanlar
SAHİPSİZ BİR UTANÇ HEPSİ.
Şivekar önceleri
Arayışın ilk aşamasında
Bu utancı sadece seyretmekteydi.
Evden ayrılırken bohçasına koyduğu birkaç altın
Takındığı birkaç parça mücevher
Bir şehirden başka şehre göçerken
Dağlar aşıp ormanlardan geçerken
Sıyrılıp yol bulmayı ona kolaylaştırdı.
Daha sonra ve fakat
İnsan dedikleri o sahipsiz utançla
Yaptığı pazarlık fena tartakladı onu
İnsanlık utancından
En külliyetli payı o aldı.
Aradı
Arayış ibresinden gözünü ayırmadı
Karnı aç
Üstü başı lime lime
Artık narin ayakları çiziklerle dolu
Dirsekleride yara kabukları
Gerçi bu kadarı, böylesi
Başlarken hiç akla gelmezdi
Lakin hayret!
Arayana yoksulluk eziyet vermiyor
Arayanın aramaktan başka derdi yok.
Vakti bilmek için
Diyor kendi kendine
Haber almak sadece bir başlangıçtı
Aradıkça dirisin
Aradıkça mecalsiz kaldı kibrin.
Aradın ve anladın
Haber almakla yol tüketilmiyor
Arayış sahicilik vaktine erişsin istiyorsan
Senin kendin
Haber olsa gerektir.
Bak işte
Bir parça kuru ekmek
Kim bilir kim düşürmüş
Kim bilir kim ekmeği bir kenara
Ayak altından çekmiş.
Ne de sert!
Şu akan derecikte biraz ıslatsam ekmeği
Diye düşündü şivekar
O zaman dişim keser.
Pırıl pırıl dereye
Uzattı elindekini
Belki eski kibrinden
Kalma biraz halsizlik
Belki bu ince suyun
Cilveli alayişi
Ekmek
Dereye düşüverdi.
Hem karnı aç
Hem de avı nipet yaparmış gibi
Su üstünde kıpırdanıyor
Koştu o kuru ekmeğin
Peşi sıra Şivekar
Bir süre öyle gittiler
O da ne?
Dere görünmez oldu
Harap bir tahta perde girdi
Ekmekle Şivekar'ın arasına
Genç kız gerilemedi
Hem zaten vazgeçerse
Ne yapacağı belli mi?
Dönülecek bir yer
Bilmiyor gitmezse ekmeğin ardı sıra.
Suya girdi bulmak için ekmeğini
Tahta perdeden öteye geçti.
Aklı zorlayan bir yer o perdenin ötesi.
Bir bahçe. Gerçekten buraya bahçe mi demeli?
Ağaç, yaprak, meyve, kuş hepsi tamam
Tastamam hepsi.
Sanki biraz önce tamamlanmış gibi.
Kokusu çiçeklerin
Otların, çalıların kısa cümlecikleri
Yukardan dua fısıldar gibi yüze değen esinti.
İnsan bir resmin içine
Bu kadar girebilir.
Bu bahçede her şey hayran olunmak için
Her şey kendine özen göstermiş
Her şey kendine öyle bakıtıyor ki
Şivekar bir kuru ekmeğin peşi sıra buraya girdiğini
Bir daha aklına hiç getirmedi
Hangi garip kuşun rızkıydı ki o ekmek?
Kim bilir nereye gitti?
Şimdi artık bahçenin derinliği genç kızı cezbediyor
Bu bahçe keşfe açık bir kalbi bekler gibi
Yürüdükçe bahçeden bir şey siniyor kıza
Şivekar bahçeye tını salıyor adım attıkça
Çok geçmeden gözlerinin önüne
Ne diyelim?
Resim içinde resim mi?
Edebiyat burada bize yardım edemez.
Bir çiçekle meşgul olan kelebekle meşgul olan bir erkek
Eskiler olsaydı betimleyeceklerdi
Biz yeniler Alt dudağımızı ısırır
Ve terleriz
Şivekar bizden biri
Onun dilinden dökülen
Bizim kelimelerimiz
Saçma
Ama başka ne sorulurdu ki?
''in misin, cin misin? ''
Cevap verdi Hüsnü Yusuf:
'' ne inim, ne cinim''
'' ben de senin gibi bir beni Ademim''
Evet, İsyan
Demirden sağnaklar altında uyur sevdiğim
göğsünde hazin ayak izleri eski Şubatların
onu yaralar kıpırdatıyor
ve o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri
saçları bukleli bir çocuğu öperek uyandıran
içimize güneşler bırakan nal sesleri.
Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın
varınca bayrakları, marşları duyuyorum
başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor
durup dineliyorum bütün taframla
bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün
hantal yüreklerin olduğu orda.
Kesik kolları var aşkın
döl ve inat barındıran.
Hırpanî bir okşayışla akşam
yanaşınca çocuklara
ben karakavruk yüzümün arkasında
kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum
bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal'am onu kal'a kılan benim
boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar
en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan
yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor
köylü -biraz sessizlik- ne tuhaf bir kelime?
Asfalt yakıyor genzimi
asfalt adamlarını topluyor aramızdan
yıkılıp omuzdaşlarının seslerine
yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.
Ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.
Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara
vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.
Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
Münacaat
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak
fırsatını Adem’e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
Yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
Bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
Mazot
Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karşısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.
Şehre neden
esmer ve dölek yüzümle döndüm dağlardan
kar vakti tarlaları kımıldatan soluğum
niyedir sarmalasın vites dişlilerini
defneler, nakışlar yok
alnımda neden.
Ağlamadan
etimin iğneli beşiklerde bıraktığı izlere aldırmadan
o mavi korularda ve dibektaşlarında
bırakıp sözlerimin kalıntılarını
açıkça konuşmak istiyorum.
Besbelli ki leşler koruyor şehrin bedenlerini
göğsünün kafesinde yalnızca pasak
biliyorsun
korkutulmuş bir kızın
yüreğinden fışkıran beyaz güvercinleri
sabahın köründe kalkan tirenlerdeki nefret
hergün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti
bunları
bütün bunları biliyorsun
dağlardan dönüyorsun o sağır yamaçlardan
çevik bacaklarını getiriyorsun, ne çiçek ne de ninni
boz şayaktan poturun dağlarda ne güzeldi
şehre varınca artık meşinler giymelisin
daha esmer
daha kankusturucu
sen o baygın sevgilerin adamı değilsin.
sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin
yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin
ki
ölüm
her yerde uyanıktır
alestadır korkunun yardakçıları
tez kızaran güllerden kendini sakın
sevgiler ürkütsün seni, aşk ayrı-
Aşktır diye geri geldin o çekiç seslerine
bıraktın vazgeçilmez ırmakları
gönlüne kar yağdırıyorsa çocuk sesleri yetsin
dikkat et hiçbir şey ıslatmasın namluları.
Yaşamak Umrumdadır
Sabah şairin üstüne saldırıyor
yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi
onun kalbi topraktan sıyrılıyor
aşk dahi sıyrılıyor topraktan
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni: aç kuşlardan bir ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah'ın ve devletin dibinde insanlar
onu barutla karıştırıyor
ve zerdali çiçekleriyle.
Ahali kapısını taşlıyor onun
onun için develer kesiyor halk
aşka ve kavgaya aydınlık getiren kalbi
topraktan sıyrılıyor.
Ben
topraktan sıyrılıyorum
buğular
ve aşiret rüzgarları kanımda.
Arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
kopartılmış yapraklarımdan ibaretti hüzün
dedim rahmet yağar ben yürürken
gece benim ardımda
taşıdım kara gençliğimi dağların damarında
hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya
beynimde hep manalı bir uçurum.
Benim hayranlığımdan inlerdi şehir
ben atlara ve uzaklar hayrandım
kendi ehramlarını bile tanımayan kadınlar
ansızın patlak verirdi baharda.
Dudaklarımda çürükler vardı
dağ çiçeklerinden ötürü.
Irmaklara salardım kendimi
ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya
bana hain sevgilimdi.
Yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylan
beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
Yürüsem rahmet boşanacak.
ve sana bir karşılık vereceğim
Sana bir karşılık vereceğim
toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim
birbiri üstüne yığılırken günler
ey taşan suların imkanı
ey taşan suların bekareti sana
bir karşılık vereceğim.
Uluma
Carl Solomon
İçin
I
gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını, histerik çıplaklıkla açlıktan geberdiğini,
zenci sokakların şafağında gördüm onları bozuk kafalarıyla mal ararken,
gecenin makinesinde yıldızlı dinamo ile eski cennetsel bağ için yanıp tutuşan melek kafalı hipsterler,
yoksulluk ve paçavralar ve sahte gözlerle şehirlerin üstünde yüzen sıcak suyu olmayan ucuz odaların doğa üstü karanlığında yükseğe doğrulup sigara içerken jazzı seyredenler,
Yaradan’ın cennetinde zihinleri apaçık olanlar aydınlatılmış ucuz çatı katlarında ve yeraltlarında Muhammed’in dolaşaduran meleklerini görenler,
Arkansas ve Blake-ışığı trajedisi arasından parlak ifadesiz halüsinatif gözlerle bilgi savaşının üniversitelerinden geçip gidenler,
akademilerden delilik ve ahlaksızlığa düzdükleri methiyeleri kafatası üzerindeki pencerelerde yayınladıkları için tekmeyi yiyenler,
parasını çöp sepetlerinde yakarak ve dehşeti duvardan dinleyerek tıraşsız odalarda don gömlek sinenler,
apış arasındaki marihuanayla Laredo’dan dönerken New York’da içeri tıkılanlar,
ucuz otellerde ateş yiyenler ya da Paradise Alley’de terebentin içenler, ölüm, ya da geceden geceye gövdelerini arafta bırakanlar,
düşlerle, ve uyuşturucularla, uyandıran kabuslarla, alkol ve sik ve sonsuz taşaklarla,
ürperen bulutların emsalsiz kör sokakları ve Canada ve Paterson’un kutuplarına doğru sıçrayan aradaki zamanın hareketsiz dünyasını aydınlatan aklın şimşeği,
geçitlerin peyote dayanışması, arkabahçe, yeşil, ağaç, mezarlık sabahları, çatı katlarında şarap kafası, kafaları iyi olduğu esnada çıktıkları zevk gezilerinde mahallelerin dükkanlarının vitrinlerinde trafik ışıkları gibi yanıp sönen neonlar, güneş ve ay Brooklyn’in sert kışının alacakaranlığındaki ağacın titremesi, esrar külünün laneti ve aklın yüce ışığı,
hayvanat bahçesi ışığının iç karartıcı parlaklığında boğazları paramparça ve kasvetli beyinleri örselenmiş,
benzedrine boğulmuş halde rayların ve çocuk seslerinin gürültüsü arasında titreyerek
Battery’den Bronx’a sonsuz bir gidiş için kendilerini yeraltında zincirleyenler,
gece boyunca Bickford’da loş ışığın altında dibe vurmuşçasına gömülüp kalanlar ve dışarı çıkanlar ve gün ortasında ıssız Fugazzi’de bayat bira içerek otomatik plak çalarda çatırtıları dinlemeye mahkum olanlar,
yetmiş saat durmaksızın konuşarak, parktan mekana, mekandan bara, bardan Bellevue’ye Belleuve’den müzeye, müzeden Brooklyn Köprüsüne
ayın ötesinde/ki Empire State’in pencere pervazlarından sarkan yangın çıkışından atlayan platonik belagatçilerin yitik bölüğü,
olayları ve anıları ve anekdotları ve görme zevkini ve hastane şoklarını ve cezaevlerini ve savaşları bağırıp çağırıp fısıldayıp kusarak konuşanlar,
yedi gün yedi gece harap olmuş anımsamalarıyla parıldayan gözlerle kaldırımların üzerini örten mağlup sinagog eti,
artlarında Atlantic City Hall’ün belirsiz resminin kartpostalını iz bırakıp
Zen New Jersey’i terk ederek hiçbir yere doğru gözden yitenler,
kederli Doğunun sıkıntı veren terlemesiyle Tanca’nın kemik gıcırdatanları,
Çin’in migreninden mustarip, iç karartan döşemesiyle Newark’ın boktan bir odasında esrarın etkisiyle pelte-k-leşenler,
geceyarısı demiryolu boyunca oradan oraya amaçsızca gidip gelen yurtsuzlar, hiç kalp kırmadan çekip gidenler, gece, yükvagonlarında yükvagonlarında yükvagonlarında sigaralarını yakanlar,
eroin için para sızdırmaya çalışarak dalavereyle, yalnızlık hissi veren çiftliklerinden geçenler büyükbabanın,
Kansas’ta kozmosun tinlerinde vızıldayıp ayaklarına değin titrediklerini hissettiklerinde Plotinus Poe St. John üzerine kafa yorup haç çıkarıp telepati, bop ve kabala ile uğraşanlar,
Idoha sokaklarından birbaşına geçip giderek düşsel Kızılderili meleklerle düşsel Kızılderili melekleri arayanlar,
parıldadığında Baltimor çılgına dönüp doğaüstü esrimeye dalanlar,
etkisiyle kış gecesinin ortasında sokak ışığının küçükkent yağmurunun
Oklahoma’nın Çin göçmeni herifleriyle limuzinlerde takılanlar,
Houston’da aylak ve aç cansıkıntısıyla yalnızlığın jazz seks ya da çorba için takılanlar
Amerika ve Sonsuzluk hakkında tartışmak için parlak İspanyolların peşinden gidip,
Afrika’ya giden bir gemiye çaresiz kapağı atanlar,
artlarınca Chicago’nun mekanlarında yakılmış şiirlerin külünden lav işçi tulumlarının gölgesi ve döküntülerden başka hiçbir şey bırakmayarak Mexico volkanlarında gözden yitenler,
Batı Kıyısı’nda F.B.I’ı soruşturarak sakallı ve kısa pantolonlu büyük barışçıl gözleri ve cinsellik kokan koyu derileriyle hatların ötesinde bildiri dağıtıp yeniden ortaya çıkanlar,
cigaralarını üstlerinde söndürerek Kapitalizmin ot tezgâhını protesto edenler,
Staten Island feribotu bastırdığında korkunç sesini Wall’un ve bastırdığında Los Alamos’un korkunç seslerini feryat ederek çırılçıplak soyunarak Union Meydanı’nda kıyakkomünist bildiriler dağıtanlar,
beyaz okullarında yerleşmiş çetelerin doğrulttukları makineler karşısında çıplak ve titrek ağlayarak yere yığılanlar,
düzüşmeksizin haykırarak sevişmekten, “zıkkım”lanmaktan ve oğlancılıktan başka hiçbir şey yapmadıkları için bir suçu olmayıp polisaraçlarında mest olmuş halde enselerinde dedektifler bitenler,
metroda dizlerine vurarak uğuldayanlar ve elyazmalarına bir göz atıp siklerini pantolonları üstünden sıvazladıkları için uzayıp gitmesi istenenler,
bi işleri olmadığından azizimsi motorculara götlerini siktirip zevk çığlığı atanlar,
meleksi insanlıklarıyla uçanlar ve uçuranlar, Atlantik ve Karayip aşklarını okşayan denizciler,
gülbahçelerinde, halk parklarının çimlerinde ve mezarlıklarda önüne gelen herkese özgürce spermlerini attırarak sabah akşam otuzbir çekenler,
durmaksızın hıçkırarak tükenenler, kıkırdayıp coşarken sarışın & çıplak bir melek artlarında belirdiğinde deşmek için onları palasıyla, bir Türk Hamamının odasında mahvolanlar,
aşkoğlanlarını kaderin şirret üç ihtiyar kaşarına, heteroseksüel doların tek gözlü kaşarına, dölyatağından göz kırpan ve kıçını kırıp oturmaktan,
dokuma tezgâhındaki aydınlanmış altın sarısı ipleri kırpmaktan başka bir şey yapmayan tek gözlü kaşara kaptıranlar,
doyumsuzca ve esriyerek çiftleşenler bir bira şişesiyle bir sevgiliyle bir sigara paketiyle bir mumla ve yataktan düşenler,
ve zemin boyunca yuvarlanıp salonu sürüklenerek devam edip duvarın dibine yaslanarak son amcık vizyonuyla nihayetinde kendinden geçenler ve bilincin son attırımından sıyrılarak gelenler,
günbatımında milyonlarca kızın amcıklarını akıtanlar ve sabah yeri gözleri kıpkırmızı olsa da gündoğumunun deliğini de sulandırmaya hazır olanlar, ahırlarda götleri alevlenenler ve göllerde çıplak olanlar,
sayısız çalıntı gecearabasıyla Colorado’da bir boydan bir boya orospulukla hayat sürenler,
N.C, bu şiirin gizil kahramanları, yarakadam, Denver’ın Adonis’i, yemek vakti arkabahçede sayısız kıza döşeyerek akıtanlar, sinemanın arka koltuklarında takanlar, sarsakça yan yana dizilenler, dağların tepelerinde mağaralarda bildik; sıska garson kızlarla ıssız yol kenarlarında oynaşanlar- elbiselerini yukarı sıyırarak & bilhassa kıyı benzin istasyonları tuvaletlerinde “tekbencilik” yapanlar & memleketin çokça ıssız yollarında; solgun demode büyük leş sinemalarında, düşlerini değişenler, ansızın Manhattan’da uyananlar ve kendilerini bodrum katlarından dışarı atarak, kalpsiz Macar şarabının tüketmişliği ve 3. caddenin demir düşlerinin dehşetiyle işsizlik maaşlarını almak adına, büroya dek tökezleyerek yürüyenler,
Tüm bir gece boyunca karla kaplı iskelelerde kan dolmuş ayakkabılarıyla yürüyüp, East River’da arzu dolu esrar odalarının kapılarında açılması için bekleşenler,
Hudson kanyonunun dik kayalıklarına kurulu evlerinde ayın savaş zamanı ışığına benzeyen projektörün mavi ışığında büyük intihar dramaları yaratanlar & başlarında defne taçlarıyla unutulacak olanlar,
Düşlerinde kuzugüveci yiyenler ya da Bowery nehrinin çamurlu sularında yengeç lüpletenler,
sarma kâğıdı ve kötü müzikle mal satıcılarının arabalarında sokakların romansına ağlayanlar,
Bir köşede oturup köprü altının karanlığında nefes alanlar, tavanaralarında klavsenle orgazm olanlar,
Teolojinin turuncu sandığıyla tüberkülozlu bir göğün altında alevlerle taçlanmış Harlem’de altıncı katta öksürüğe boğulanlar,
Gece boyunca sihirli sözlerle esriyip sallanıp yuvarlanarak bir şeyler karalayanlar, tan ağarmasının sarılığında anlamsızlığın şiirini yazdıklarını görenler,
Salt bitkisel bir krallık düşleyip de çürümüş hayvanlar ciğer yahnisi yürek paça pancar çorbası ve Meksika pizzası pişirenler,
bir yumurta peşinden et kamyonlarının altına dalanlar,
saatlarını çatılardan fırlatarak zaman dışı sonsuzluğu seçenler & sonraki on yıl boyunca her gün çalar saat sesine uyananlar,
art arda en az üç defa bileklerini kesip de başarılı olamayan ve vazgeçip mecburen içinde yaşlanıp mızmızlanacakları bir antikacı dükkânı açanlar,
kurşuni dizelerin patlamaları & cepleri dolmuş modacıların kafa ütüleyen safsataları & reklamcılığın ibnelerinin nitrogliserin çığlıkları & zeki editörlerin fesatlığının zehirli gazında Madison Avenue’da uyduruk elbiseleri içinde yanarak tükenenler, ya da Mutlak Gerçek’in taksicilerinin sarhoşlukla çarpıp yere devirdikleri,
Brooklyn Bridge’den atlayanlar, bu gerçekten oldu ve yitik adımlarla yürüyenler Çin mahallesinin büyüsünde ruhları kendinden geçenler
yol boyu çorba & yangın kamyonları, beleş bira yok,
umutsuzluk içinde pencerelerden dışarı country söyleyenler, metro kapılarından fırlayanlar, pislik Passaic durağında atlayanlar, zencilerin üzerine atılanlar, tüm sokak boyu ağlayanlar, yalınayak şarapkadehi kırıkları üzerinde dans edenler, 1930′ların Avrupasının nostaljik tükenmiş Alman jazz fonograf kayıtlarını paramparça edenler, viskiyi tüketip inleyerek ıstırap içinde iğrenç tuvaletlerde çıkaranlar, kulaklarında inlemeler ve uğultusu devasa buhar kazanlarının.
geçmişin seyahatlerinin otoyollarından aşağı uçar gibi birbirlerini Golgotha’ya taşırcasına yol alanlar hapis-yalnız uyanık veya Birming- ham jazzın vücut buluşu,
sonsuzluğu bulmak için benim bir vizyonum ya da senin bir vizyonun ya da onun bir vizyonu var mı diyerek tüm ülkeyi arabayla yetmişiki saatte katedenler,
Denver’a yola çıkanlar, Denver’da ölenler, Denver’a geri dönenler & boşyere bekleyenler, Denver’ı bekleyenler & kuluçkaya yatanlar & Denver’da yalnız kalanlar ve sonunda Zamanı keşfetmek için uzayıp gidenler & şimdi Denver bu kahramanları için yalnızlıktan sıkkın,
Ruh bir saniyeliğine de olsa saçlarını halelendirene dek ışığıyla umutsuzca katedrallerde dizleri üzerine çökerek birbirlerinin kurtuluşu ışık ve sineler için yakaranlar,
parçalanmış zihinleriyle altın gibi kafaları yüreklerinde gerçeğin tılsımı cezaevinde imkansız suçlar için beklerken Alcatraz’a tatlı blueslar düzenler,
bir alışkanlığı yetiştirmek için Mexico’ya ya da Rocky Dağlarına Buddha’yı yumuşatmaya ya da oğlanlar için Tanca’ya ya da kara lokomotif için Güney Pasifik Hattı’na ya da Narkissos için Harvard’a mezarlıktaki papatya öbekleri için Woodlawn’a çekilenler,
radyoyu hipnotizmayla suçlayarak akılsağlığı davası açılmasını talep edenler ama delilikleriyle elleriyle kararları askıda bırakan bir jüriyle kalakalanlar,
New York Şehir Kolejinde Dadaizm sunumu yapanların üzerine patates salatası atanlar ardından tıraşlı kafalarıyla ve intiharın soytarı söyleviyle akılhastanesinin granit basamaklarında lobotomiye kuvvetle istek duyanlar,
ve bunun yerine kendilerine İnsülin ve Metrazol şok terapisi elektrikli su terapisi psikoterapi meşguliyet terapisi masa tenisi & hafıza kaybının somut boşluğu sunulanlar,
katatoni içinde kısasüreliğine duralarken şakası olmayan bir karşıkoyuşla yalnızca sembolik bir pinpon masasını devirenler,
yıllar sonra kandan peruklarını saymazsak geriye kel dönenler, Doğunun kaçıkkent koğuşlarında salt delirmişlerde zuhur eden kötü kader esriklik içerisinde parmakla(n)mak,
Pilgrim State’in Rockland’in ve Greystone’un kokuşmuş koridorları, ruhlarının gölgeleriyle ağızdalaşına girenler, geceyarısı aşkın topraklarında-dolmen setleri üzerinde- bir başına sallanıp yuvarlanarak, yaşam düşü bir kabus, vücutları ay denli ağır taşa dönenler,
nihayetinde anayla******, ve ucuz apartman dairesinin penceresinden fırlatılmış son fantastik kitap, ve sabahın 4ünde kapatılmış son kapı, ve cevaben şiddetle duvara çarpılmış son telefon, ve zihinsel mobilyası son parçasına dek boşaltılmış son döşeli oda, gömme dolapta tel askıya iliştirilmiş kağıttan sarı bir gül, ve bu düşsel bile olsa, hiçbir şey ama küçük umut dolu bir sanrı işte-
ah, Carl, sen güvende değilken ben de güvende değilim, ve şimdi sen gerçekten zamanın tüm pisliğinin içindesin-
ve bundan dolayı buz tutmuş sokaklar boyunca koşanlar, elips katalog metre titreşen düzlem kullanımının simyasındaki ani parıldamaya takıntılı,
hayal kurup bitiştirilmiş imgeler boyunca zaman ve uzayda somutlaştırılmış geçitler açanlar ve 2 görsel imge arasında ruhun başmeleğini kapana kıstıranlar ve doğadaki elementlerin özlerini birleştirip Pater Omnipotens Aeterne Deus’nun heyecanıyla coşup bir sıçrayışta bilincin ismini koyup çizgisini belirleyenler,
yoksul beşeri nesrin ölçü ve söz dizinini yeniden yaratmak için ruhlarında kafalarındaki çıplak ve sonsuz düşünüşün ritmini uyumlu kılacak ikrarı reddederek huzurumuzda dilleri tutulmuş ve zeki ve utançla titreyerek ayakta dikilenler,
Zamandaki kaçık serseri, ve kutsanmış melek, bilinmeyen, yine de ölümden sonraki zaman boyunca söylenecek ne varsa koyanlar ortaya,
Ve jazzın hayaletimsi giysisiyle orkestranın altın rengi nefesli borularının gölgesinde yeniden dirilerek doğrulanlar ve Amerika’nın çıplak zihninin aşk için çektiği ıstırapları, kentleri son radyosuna varasıya paramparça eden eli eli lamma lamma sabacthani çığlığıyla üfleyenler saksafonu
parçalanarak vücutlarından çıkartılmış yaşam şiirinin saf kalbiyle ki bin yıl afiyetle yenir.
II
Alüminyum ve çimentodan nasıl bir sfenkstir ki kafataslarını açıp parçalamış beyinleri ve imgeleri yiyip bitirmiş?
Molok! Yalnızlık! Pislik! Çirkinlik! Külkovaları ve elde edilemez dolarlar! Merdiven diplerinde çocuk çığlıkları! ordularda hıçkırarak ağlayan oğlançocukları! Parklarda gözüyaşlı ihtiyar adamlar!
Molok! Molok! Kabus Molok! sevgisiz Molok! Zihinsel Molok! Molok ezici yargıcı insanların!
Molok akıl almaz zindan! Molok kurukafa bayrağı çekilmiş ruhsuz hapishane ve elemlerin kurultayı! Yapıları yargı olan Molok! Savaşın sayısız taştan abidesi Molok! sersemlemiş hükümetler Molok!
zihni salt bir makine olan Molok! damarlarında kan yerine para dolaşan Molok! parmakları on ordu olan Molok! göğsü kendi cinsinin etini tüketen bir dinamo olan Molok! kenarlarından dumanlar tüten bir gömüt olan Molok!
Molok gözleri binlerce kör pencere! uzun sokaklarında ebedi Yahovalar gibi gökdelenler dikilen Molok! sis içindeki fabrikalarında düş kurup cavlağı çeken Molok! devasa bacaları ve antenleriyle kentleri taçlandıran Molok!
Sevdası sonsuz petrol ve taş olan Molok! ruhu elektrik akımı ve bankalar olan Molok! yoksunluğu dehanın sureti olan Molok! yazgısı cinsiyetsiz bir hidrojen bulutu olan Molok! Molok adı us olan!
Molok içinde yapayalnız oturduğum! Kendinde melekleri düşlediğim Molok! Molok Delirdiğim! Sikemiciyim Molok’ta! Aşksız ve erkeksizim Molok’ta!
Molok ruhuma çok önceleri giren! Molok içinde gövdesiz bir bilincim ben! Molok beni doğal esrikliğimden korkutan! Kendimden geçtiğim Molok! Uyandığım Molok! Gökyüzünden boşalan ışık!
Molok! Molok! Robot apartmanlar! görünmez banliyöler! hazine çatıkları! kör sermayeler! şeytansı endüstriler! hayaletimsi uluslar! mağlup edilemez tımarhaneler! granit yaraklar! canavarca bombalar!
Onlar Cennete kaldırırken Molok’u parçaladılar sırtlarını! Kaldırım taşları, ağaçlar, radyolar, daha bir dünya şey! zaten varolan ve hep içinde olduğumuz şehri Cennete kaldıranlar!
Vizyonlar! kehanetler! halüsinasyonlar! mucizeler! esrimeler! Amerikan nehrinde batıp gitti!
Düşler! tapınmalar! aydınlanmalar! dinler! bir gemi yükü duygu zırvası!
Kirişikırmalar! nehrin diğer tarafına! evirip çevirmeler ve çarmıha germeler! tufana kapılıp gitti! Yükselmeler! Anlık tanrı görümleri! Umutsuzluklar! On yılın hayvani çığlıkları ve intiharlar! Bellekler! Yeni aşklar! Kaçık nesil! Zamanın kayalıklarından aşağı!
Gerçek kutsal kahkaha nehirde! Gördüler her bir şeyi! vahşi gözler! kutsal haykırışlar! Çekip gittiler eyvallah deyip! Atladılar çatıdan! ıssızlığa! el sallayarak! yanlarında çiçeklerle! Nehre doğru! sokağa!
III
Carl Solomon! Seninleyim Rockland’da
benden daha kaçık olduğun
Seninleyim Rockland’da
fazlasıyla tuhaf hissettiğin
Seninleyim Rockland’da
annemin gölgesine öykündüğün
Seninleyim Rockland’da
on iki sekreterini öldürmüş olduğun
Seninleyim Rockland’da
o görünmez nüktedanlığınla güldüğün
Seninleyim Rockland’da
aynı korkunç daktiloda büyük yazarlar olduğumuz
Seninleyim Rockland’da
vaziyetin ciddileştiği radyodan bildirilen
Seninleyim Rockland’da
kafatasındaki melekelerin zeka asalaklarını artık içeri sokmadığı
Seninleyim Rockland’da
Utika’nın evlenmemiş kadınlarının göğüslerinden karnını doyurduğun
Seninleyim Rockland’da
Bronx’un kartal bedenli kadınlarının vücutlarında kelime oyunlarıyla eyleştiğin
Seninleyim Rockland’da
Cehennemin dipsiz kuyularında asıllı bir pingpong maçını kaybettiğinden deligömleği içinde feryatlar ettiğin
Seninleyim Rockland’da
katatonik bir halde takıldığın piyanonun başında ruhun masum ve ölümsüz olduğunu donanımlı bir tımarhanede asla imansız ölmemesi gerektiğini söylediğin
Seninleyim Rockland’da
elliden fazla elektroşokla ruhunun hac yolunda gerildiği çarmıhtan bedenine asla yeniden dönmeyeceği
Seninleyim Rockland’da
doktorlarını akıl hastalığıyla itham edip ulusalcı faşist Golgotha’ya karşı sosyalist İbrani devrimi entrikaları çevirdiğin
Seninleyim Rockland’da
Long Islang göğünü yarıp insanüstü kabrinden çıkararak yeniden dirilteceğin kendi yaşayan insan İsa’nı
Seninleyim Rockland’da
yirmi-beş-bin çılgın yoldaşla hep bir ağızdan Enternasyonel’in son kıtasını söylediğimiz
Seninleyim Rockland’da
Birleşik Devletleri öpüp sarmaladığımız çarşaflarımız altında o Birleşik Devletlerin alışkanlık yaptığı öksürüğüyle gece boyu bizi uyutmayacağı
Seninleyim Rockland’da
Seninleyim Rockland’da
rüyalarımda üzerinde bir deniz yolculuğunun damlalarıyla yürüdüğün Amerika’da bir Batı gecesinde gözyaşlarınla otoyol kavşağındaki kulübemin kapısına vardığın
San Francisco 1955–56
HOWL’A DİPNOT
Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal! Kutsal!
Dünya kutsaldır! Ruh kutsal! Ten kutsaldır! Burun kutsal! Dil, sik ve el ve götdeliği kutsal!
Her şey kutsaldır! Herkes kutsal! Her yer kutsaldır! Her gün sonsuzluk! Her adam melek!
Kaçık olduğu sürece dört büyük melek kutsal! Sen ve ruhum delinin kutsallığı kadar kutsal!
Daktilo kutsal şiir kutsal ses kutsal dinleyenler kutsal esrime kutsal!
Kutsal Peter kutsal Allen kutsal Solomon kutsal Lucien kutsal Kerouac kutsal Huncke kutsal Burroughs kutsal Cassady kutsal gizli hayvan sikiciler ve ıstırap içindeki dilenciler ve iğrenç insan melekler kutsal!
Kutsal tımarhanedeki annem! Kansas’taki atalarımın siki de kutsal!
İnleyen saksafon kutsal! Kutsal mahşerî bop! Cazcılar ot hipsterler barış & junk & sarma kutsal!
Kutsal gökdelen ve kaldırımların ıssızlığı! Milyonlarla dolan kafeteryalar kutsal! Sokakların aşağısındaki gizemli gözyaşı nehirleri kutsal!
Doyumsuz yalnızlık kutsal! Orta sınıfın büyük kuzusu, isyanın çılgın çobanı kutsal! Kim Los Angeles’ ı Los Angeles yapan!
Kutsal New York Kutsal San Francisco Kutsal Peoria & Seattle Kutsal Paris Kutsal Tanca Kutsal Moskova Kutsal İstanbul!
Kutsal zamanın sonsuzluğu kutsal sonsuzluğun zamanı kutsal boşluktaki saatler kutsal dördüncü boyut kutsal beşinci enternasyonel kutsal melekteki Molok!
Kutsal deniz kutsal çöl kutsal demiryolu kutsal tren kutsal görüler kutsal halüsinasyonlar kutsal mucizeler kutsal gözçukuru kutsal cehennem!
Kutsal bağışlama! Merhamet! İyilik! İman! Kutsal! Bizler! Bedenler! Kederli! Yüce!
Kutsal ruhun doğaüstü çokça gözalıcı yetenekli şefkati.
Berkeley ‘55
Howl
I
I saw the best minds of my generation destroyed by madness, starving hysterical naked,
dragging themselves through the negro streets at dawn looking for an angry fix,
angelheaded hipsters burning for the ancient heavenly connection to the starry dynamo in the machinery of night,
who poverty and tatters and hollow-eyed and high sat up smoking in the supernatural darkness of cold-water flats floating across the tops of cities contemplating jazz,
who bared their brains to Heaven under the El and saw Mohammedan angels staggering on tenement roofs illuminated,
who passed through universities with radiant cool eyes hallucinating Arkansas and Blake-light tragedy among the scholars of war,
who were expelled from the academies for crazy & publishing obscene odes on the windows of the skull,
who cowered in unshaven rooms in underwear, burning their money in wastebaskets and listening to the Terror through the wall,
who got busted in their pubic beards returning through Laredo with a belt of marijuana for New York,
who ate fire in paint hotels or drank turpentine in Paradise Alley, death, or purgatoried their torsos night after night
with dreams, with drugs, with waking nightmares, alcohol and cock and endless balls,
incomparable blind streets of shuddering cloud and lightning in the mind leaping toward poles of Canada & Paterson, illuminating all the motionless world of Time between,
Peyote solidities of halls, backyard green tree cemetery dawns, wine drunkenness over the rooftops, storefront boroughs of teahead joyride neon blinking traffic light, sun and moon and tree vibrations in the roaring winter dusks of Brooklyn, ashcan rantings and kind king light of mind,
who chained themselves to subways for the endless ride from Battery to holy Bronx on benzedrine until the noise of wheels and children brought them down shuddering mouth-wracked and battered bleak of brain all drained of brilliance in the drear light of Zoo,
who sank all night in submarine light of Bickford’s floated out and sat through the stale beer afternoon in desolate Fugazzi’s, listening to the crack of doom on the hydrogen jukebox,
who talked continuously seventy hours from park to pad to bar to Bellevue to museum to the Brooklyn Bridge,
a lost battalion of platonic conversationalists jumping down the stoops off fire escapes off windowsills off Empire State out of the moon,
yacketayakking screaming vomiting whispering facts and memories and anecdotes and eyeball kicks and shocks of hospitals and jails and wars,
whole intellects disgorged in total recall for seven days and nights with brilliant eyes, meat for the Synagogue cast on the pavement,
who vanished into nowhere Zen New Jersey leaving a trail of ambiguous picture postcards of Atlantic City Hall,
suffering Eastern sweats and Tangerian bone-grindings and migraines of China under junk-withdrawal in Newark’s bleak furnished room,
who wandered around and around at midnight in the railroad yard wondering where to go, and went, leaving no broken hearts,
who lit cigarettes in boxcars boxcars boxcars racketing through snow toward lonesome farms in grandfather night,
who studied Plotinus Poe St. John of the Cross telepathy and bop kabbalah because the cosmos instinctively vibrated at their feet in Kansas,
who loned it through the streets of Idaho seeking visionary indian angels who were visionary indian angels,
who thought they were only mad when Baltimore gleamed in supernatural ecstasy,
who jumped in limousines with the Chinaman of Oklahoma on the impulse of winter midnight streetlight smalltown rain,
who lounged hungry and lonesome through Houston seeking jazz or sex or soup, and followed the brilliant Spaniard to converse about America and Eternity, a hopeless task, and so took ship to Africa,
who disappeared into the volcanoes of Mexico leaving behind nothing but the shadow of dungarees and the lava and ash of poetry scattered in fireplace Chicago,
who reappeared on the West Coast investigating the FBI in beards and shorts with big pacifist eyes sexy in their dark skin passing out incomprehensible leaflets,
who burned cigarette holes in their arms protesting the narcotic tobacco haze of Capitalism,
who distributed Supercommunist pamphlets in Union Square weeping and undressing while the sirens of Los Alamos wailed them down, and wailed down Wall, and the Staten Island ferry also wailed,
who broke down crying in white gymnasiums naked and trembling before the machinery of other skeletons,
who bit detectives in the neck and shrieked with delight in policecars for committing no crime but their own wild cooking pederasty and intoxication,
who howled on their knees in the subway and were dragged off the roof waving genitals and manuscripts,
who let themselves be fucked in the ass by saintly motorcyclists, and screamed with joy,
who blew and were blown by those human seraphim, the sailors, caresses of Atlantic and Caribbean love,
who balled in the morning in the evenings in rosegardens and the grass of public parks and cemeteries scattering their semen freely to whomever come who may,
who hiccuped endlessly trying to giggle but wound up with a sob behind a partition in a Turkish Bath when the blond & naked angel came to pierce them with a sword,
who lost their loveboys to the three old shrews of fate the one eyed shrew of the heterosexual dollar the one eyed shrew that winks out of the womb and the one eyed shrew that does nothing but sit on her ass and snip the intellectual golden threads of the craftsman’s loom,
who copulated ecstatic and insatiate with a bottle of beer a sweetheart a package of cigarettes a candle and fell off the bed, and continued along the floor and down the hall and ended fainting on the wall with a vision of ultimate cunt and come eluding the last gyzym of consciousness,
who sweetened the snatches of a million girls trembling in the sunset, and were red eyed in the morning but prepared to sweeten the snatch of the sunrise, flashing buttocks under barns and naked in the lake,
who went out whoring through Colorado in myriad stolen night-cars, N.C., secret hero of these poems, cocksman and Adonis of Denver—joy to the memory of his innumerable lays of girls in empty lots & diner backyards, moviehouses’ rickety rows, on mountaintops in caves or with gaunt waitresses in familiar roadside lonely petticoat upliftings & especially secret gas-station solipsisms of johns, & hometown alleys too,
who faded out in vast sordid movies, were shifted in dreams, woke on a sudden Manhattan, and picked themselves up out of basements hung-over with heartless Tokay and horrors of Third Avenue iron dreams & stumbled to unemployment offices,
who walked all night with their shoes full of blood on the snowbank docks waiting for a door in the East River to open to a room full of steam-heat and opium,
who created great suicidal dramas on the apartment cliff-banks of the Hudson under the wartime blue floodlight of the moon & their heads shall be crowned with laurel in oblivion,
who ate the lamb stew of the imagination or digested the crab at the muddy bottom of the rivers of Bowery,
who wept at the romance of the streets with their pushcarts full of onions and bad music,
who sat in boxes breathing in the darkness under the bridge, and rose up to build harpsichords in their lofts,
who coughed on the sixth floor of Harlem crowned with flame under the tubercular sky surrounded by orange crates of theology,
who scribbled all night rocking and rolling over lofty incantations which in the yellow morning were stanzas of gibberish,
who cooked rotten animals lung heart feet tail borsht & tortillas dreaming of the pure vegetable kingdom,
who plunged themselves under meat trucks looking for an egg,
who threw their watches off the roof to cast their ballot for Eternity outside of Time, & alarm clocks fell on their heads every day for the next decade,
who cut their wrists three times successively unsuccessfully, gave up and were forced to open antique stores where they thought they were growing old and cried,
who were burned alive in their innocent flannel suits on Madison Avenue amid blasts of leaden verse & the tanked-up clatter of the iron regiments of fashion & the nitroglycerine shrieks of the fairies of advertising & the mustard gas of sinister intelligent editors, or were run down by the drunken taxicabs of Absolute Reality,
who jumped off the Brooklyn Bridge this actually happened and walked away unknown and forgotten into the ghostly daze of Chinatown soup alleyways & firetrucks, not even one free beer,
who sang out of their windows in despair, fell out of the subway window, jumped in the filthy Passaic, leaped on negroes, cried all over the street, danced on broken wineglasses barefoot smashed phonograph records of nostalgic European 1930s German jazz finished the whiskey and threw up groaning into the bloody toilet, moans in their ears and the blast of colossal steamwhistles,
who barreled down the highways of the past journeying to each other’s hotrod-Golgotha jail-solitude watch or Birmingham jazz incarnation,
who drove crosscountry seventytwo hours to find out if I had a vision or you had a vision or he had a vision to find out Eternity,
who journeyed to Denver, who died in Denver, who came back to Denver & waited in vain, who watched over Denver & brooded & loned in Denver and finally went away to find out the Time, & now Denver is lonesome for her heroes,
who fell on their knees in hopeless cathedrals praying for each other’s salvation and light and breasts, until the soul illuminated its hair for a second,
who crashed through their minds in jail waiting for impossible criminals with golden heads and the charm of reality in their hearts who sang sweet blues to Alcatraz,
who retired to Mexico to cultivate a habit, or Rocky Mount to tender Buddha or Tangiers to boys or Southern Pacific to the black locomotive or Harvard to Narcissus to Woodlawn to the daisychain or grave,
who demanded sanity trials accusing the radio of hypnotism & were left with their insanity & their hands & a hung jury,
who threw potato salad at CCNY lecturers on Dadaism and subsequently presented themselves on the granite steps of the madhouse with shaven heads and harlequin speech of suicide, demanding instantaneous lobotomy,
and who were given instead the concrete void of insulin Metrazol electricity hydrotherapy psychotherapy occupational therapy pingpong & amnesia,
who in humorless protest overturned only one symbolic pingpong table, resting briefly in catatonia,
returning years later truly bald except for a wig of blood, and tears and fingers, to the visible madman doom of the wards of the madtowns of the East,
Pilgrim State’s Rockland’s and Greystone’s foetid halls, bickering with the echoes of the soul, rocking and rolling in the midnight solitude-bench dolmen-realms of love, dream of life a nightmare, bodies turned to stone as heavy as the moon,
with mother finally ******, and the last fantastic book flung out of the tenement window, and the last door closed at 4 A.M. and the last telephone slammed at the wall in reply and the last furnished room emptied down to the last piece of mental furniture, a yellow paper rose twisted on a wire hanger in the closet, and even that imaginary, nothing but a hopeful little bit of hallucination—
ah, Carl, while you are not safe I am not safe, and now you’re really in the total animal soup of time—
and who therefore ran through the icy streets obsessed with a sudden flash of the alchemy of the use of the ellipsis catalogue a variable measure and the vibrating plane,
who dreamt and made incarnate gaps in Time & Space through images juxtaposed, and trapped the archangel of the soul between 2 visual images and joined the elemental verbs and set the noun and dash of consciousness together jumping with sensation of Pater Omnipotens Aeterna Deus
to recreate the syntax and measure of poor human prose and stand before you speechless and intelligent and shaking with shame, rejected yet confessing out the soul to conform to the rhythm of thought in his naked and endless head,
the madman bum and angel beat in Time, unknown, yet putting down here what might be left to say in time come after death,
and rose reincarnate in the ghostly clothes of jazz in the goldhorn shadow of the band and blew the suffering of America’s naked mind for love into an eli eli lamma lamma sabacthani saxophone cry that shivered the cities down to the last radio
with the absolute heart of the poem of life butchered out of their own bodies good to eat a thousand years.
II
What sphinx of cement and aluminum bashed open their skulls and ate up their brains and imagination?
Moloch! Solitude! Filth! Ugliness! Ashcans and unobtainable dollars! Children screaming under the stairways! Boys sobbing in armies! Old men weeping in the parks!
Moloch! Moloch! Nightmare of Moloch! Moloch the loveless! Mental Moloch! Moloch the heavy judger of men!
Moloch the incomprehensible prison! Moloch the crossbone soulless jailhouse and Congress of sorrows! Moloch whose buildings are judgment! Moloch the vast stone of war! Moloch the stunned governments!
Moloch whose mind is pure machinery! Moloch whose blood is running money! Moloch whose fingers are ten armies! Moloch whose breast is a cannibal dynamo! Moloch whose ear is a smoking tomb!
Moloch whose eyes are a thousand blind windows! Moloch whose skyscrapers stand in the long streets like endless Jehovahs! Moloch whose factories dream and croak in the fog! Moloch whose smoke-stacks and antennae crown the cities!
Moloch whose love is endless oil and stone! Moloch whose soul is electricity and banks! Moloch whose poverty is the specter of genius! Moloch whose fate is a cloud of sexless hydrogen! Moloch whose name is the Mind!
Moloch in whom I sit lonely! Moloch in whom I dream Angels! Crazy in Moloch! Cocksucker in Moloch! Lacklove and manless in Moloch!
Moloch who entered my soul early! Moloch in whom I am a consciousness without a body! Moloch who frightened me out of my natural ecstasy! Moloch whom I abandon! Wake up in Moloch! Light streaming out of the sky!
Moloch! Moloch! Robot apartments! invisible suburbs! skeleton treasuries! blind capitals! demonic industries! spectral nations! invincible madhouses! granite cocks! monstrous bombs!
They broke their backs lifting Moloch to Heaven! Pavements, trees, radios, tons! lifting the city to Heaven which exists and is everywhere about us!
Visions! omens! hallucinations! miracles! ecstasies! gone down the American river!
Dreams! adorations! illuminations! religions! the whole boatload of sensitive bullshit!
Breakthroughs! over the river! flips and crucifixions! gone down the flood! Highs! Epiphanies! Despairs! Ten years’ animal screams and suicides! Minds! New loves! Mad generation! down on the rocks of Time!
Real holy laughter in the river! They saw it all! the wild eyes! the holy yells! They bade farewell! They jumped off the roof! to solitude! waving! carrying flowers! Down to the river! into the street!
III
Carl Solomon! I’m with you in Rockland
where you’re madder than I am
I’m with you in Rockland
where you must feel very strange
I’m with you in Rockland
where you imitate the shade of my mother
I’m with you in Rockland
where you’ve murdered your twelve secretaries
I’m with you in Rockland
where you laugh at this invisible humor
I’m with you in Rockland
where we are great writers on the same dreadful typewriter
I’m with you in Rockland
where your condition has become serious and is reported on the radio
I’m with you in Rockland
where the faculties of the skull no longer admit the worms of the senses
I'm with you in Rockland
where you drink the tea of the breasts of the spinsters of Utica
I’m with you in Rockland
where you pun on the bodies of your nurses the harpies of the Bronx
I’m with you in Rockland
where you scream in a straightjacket that you’re losing the game of the actual pingpong of the abyss
I’m with you in Rockland
where you bang on the catatonic piano the soul is innocent and immortal it should never die ungodly in an armed madhouse
I’m with you in Rockland
where fifty more shocks will never return your soul to its body again from its pilgrimage to a cross in the void
I’m with you in Rockland
where you accuse your doctors of insanity and plot the Hebrew socialist revolution against the fascist national Golgotha
I’m with you in Rockland
where you will split the heavens of Long Island and resurrect your living human Jesus from the superhuman tomb
I’m with you in Rockland
where there are twentyfive thousand mad comrades all together singing the final stanzas of the Internationale
I’m with you in Rockland
where we hug and kiss the United States under our bedsheets the United States that coughs all night and won’t let us sleep
I’m with you in Rockland
where we wake up electrified out of the coma by our own souls’ airplanes roaring over the roof they’ve come to drop angelic bombs the hospital illuminates itself imaginary walls collapse O skinny legions run outside O starry-spangled shock of mercy the eternal war is here O victory forget your underwear we’re free
I’m with you in Rockland
in my dreams you walk dripping from a sea-journey on the highway across America in tears to the door of my cottage in the Western night
San Francisco, 1955—1956
Yunus Emre - Biz Kimseye Kin Tutmayız
Biz kimseye kin tutmayız
Ağyar dahi dosttur bize
Kanda ıssızlık var ise
Mahalle vü şardır bize
Adımız miskindir bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu âlem birdir bize
Vatan bize cennetdürür
Yoldaşımız Kak'dürür
Hak'tan yana yönelicek
Başka yollar dardır bize
Dünya bir avrattır karı
Yoldan iltir niceleri
Sürün gitsin öyleleri
Onu sevmek ardır bize
Dünya haramdır haslara
Helal olmuş nekeslere
Biz dünyayı dost tutmayız
Ol dünya murdardır bize
Yunus eydür Allah deriz
Allah ile kapılmışız
Dergâhına yüz tutuban
Hemen bir ikrardır bize